erkan

Posts Tagged ‘Cengiz Aktar’

Cengiz Aktar: “Yetmez ama evet” demenin günahının bedelinden söz edeceğim…

In Uncategorized on January 21, 2014 at 13:43

Ne kefaretmiş

 

Yetmez ama evet” demenin günahının bedelinden söz edeceğim. Kelam kavramlaştı; siyasî literatürde yerini aldı; kısaltması bile var: YAE, YAE’ciler! Tayyip Erdoğan’ın kimyası bozuldukça, iktidar otoriterleştikçe YAE’ciler adım adım “esas sorumlu” mertebesine yükseldiler. Gök sonsuz olduğundan yükselmeye devam edeceklere benziyor. Neredeyse her melânetin kendilerinden sorulur olduğu bu günah keçiliği hâli üzerine YAE’ciler epeyi yazdı. Hepsi, aynı zamanlama ve koşullarda yapılacak bir referandumda yine YAE diyeceklerini duyurdu. Aynı kanaatteyim. Yazılacak pek bir şey kalmasa da mesele bitmedi, hatta geçenlerde Fransa’da çıkan bir yazıyla birlikte uluslararası bir boyut kazandı. Bu önemli, zira YAE tartışmasını siyasî İslâm’ın olumsuz akıbetine taşıyan bir gönderme var burada. Ariane Bonzon nam gazetecinin ne dediğini hatırlatalım. AKP’ye kredi açan demokrat aydınların iktidarın “kullanışlı aptalları” olduğunu, daha 2002’de AKP’nin ne mal olduğunu söyleyenlerin bugün haklı çıktığını söylüyor. Kabaca söyleyecek olursak “İslâm ile demokrasi asla bağdaşmaz, siz ne zannediyordunuz” diyen güdük ve özcü aklın şamatası. YAE’cilere çemkiren yerel akıl aynı kaynaktan besleniyor. 12 Eylül 2010 referandumunun içeriği dahi son tahlilde o kadar önemli değil; “baş çelişki” 16. yüzyıldan bu yana süzülüp gelen “İslâm’ın dünyayla uyumsuzluğu” şablonu.

 

Bugün Batı’da, ayaklanan Arap memleketlerinde tabiatıyla kaotik seyreden süreçler ve şimdi Tayyip Erdoğan kılavuzluğundaki Türkiye’de siyasî İslâmının berbat durumu o şablonun değirmenine su taşıyor. İslâm memleketleri genelinde, bu kolaycı hükmün tarihdışılığı, akla ettiği hakaret ve biçareliği ürkünç. Müslümanlar inançlarıyla modernliği birlikte yaşamanın yollarını aramaya devam edecek. Laikleşme yerine sekülerleşecekler, birbirlerini katletmeden birlikte yaşamayı düşe kalka öğrenecekler. Daha uzun müddet siyasî İslâm’ın bu arayışta payı ve işlevi olacak. Siyasî İslâm’ın çöküşüne bugün alkış tutanlar Müslümanların arayışına destek verseler çok daha hayırlı bir çaba sarfetmiş olurlar.

 

Türkiye özelinden meseleye bakacak olursak, klonları dâhil Tayyip Erdoğan figüründen kalkarak, artan dozdaki hatalarına istinaden siyasî İslâm’ı bir çırpıda silmek mümkün mü? Ya da, 2002’den bu yana eğrisi, doğrusuyla, günahı sevabıyla yapılan işlerin bilançosunu çıkartırken dört dörtlük bir demokrasiye vasıl olunmamasını gerekçe göstermek? Veya AKP’nin İttihatçı-Kemalist vesayetin ezberlerini bozmadaki işlevini gözardı etmek?

 

Mükemmel iyinin düşmanıdır

12 Eylül 2010 referandumu, zamanlaması, içeriği ve iddiası itibariyle bir hakikate karşılık geliyordu. 2007’deki anayasa hamlesi döneminde bile AKP’nin reformcu iştahı kapanmıştı. Nitekim Özbudun heyeti anayasası bir çırpıda kadük oldu. AKP’nin “demokrasisiz kalkınma modelinin” dayanılmaz cazibesine kapılmaya başladığı yıldır 2007. İçeride iktidarının konsolidasyonuna odaklandığı, dışarıda da kendini devaynalarında görmeye başladığı dönem. 2009/10’daki “açılım”lar ise Kürtlerle süren savaşın beyhudeliği ve kalkınma saplantısına köstek olmasıyla ilgiliydi, büyük ustanın ansızın demokrat olmasıyla değil. Kaldı ki 2002’den 2005’ kadar çıkan AB esinli reformlar da “YAE” idi. Referandumun içeriği ise darbe anayasasının askerî ve hukukî vesayetinden kurtulma şantiyesinden başka bir şey değildi; arkadan gelecek yeni anayasaya öncü mahiyetindeydi.

 

Bu eksik ve kerhen yapılan reformlar dahi toplumun deli gömleklerini art arda yırtmasını kolaylaştırdı. Bugün herşeye rağmen kim “2002’den beter durumdayız” diyebilir? Bugün Erdoğan’a “dur artık yeter” diyen herkes referandumda kabul edilen HSYK’yı, referandumun diğer getirilerini ve 2002’den bu yana elde edilen kazanımları savunmuyor mu?

 
Seküler demokratlar AKP için ne kadar kullanışlı oldularsa, bugün ellerini hiçbir taşın altına koymadan her gayridemokratik icraattan onları sorumlu tutanlar için de o kadar kullanışlılar.

 

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor. 

Enhanced by Zemanta

Cengiz Aktar: Krizden kaosa

In Uncategorized on December 31, 2013 at 11:34

Krizden kaosa                                                                 
BchjDSfCUAAqIDJ

Yılın son günü, son yazısı, zor yazı, hele bu cinnet ortamında… Yeni yılın, her yeni gibi, umut vesilesi olması bu memlekette yaşayanlar için şimdilik geçerli değil. Yeni olarak elimizde, gayet kötü yaşlanmış bir “Yeni Türkiye” lakırdısı var. Türkiye muhtemelen yeni olmayı sürdürecek ama başında Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu eski AKP ile değil.

 

Yılın ilk yazısını şöyle bitirmişim: “2013 Başbakan’ın total iktidar yürüyüşü ve memleketle topyekûn inatlaşmasının kilit yılı olacak.” Dışarısıyla inatlaşmayı eklemek lâzımmış… Hani şu Kuzey Kore kıvamındaki değerli yalnızlıkla neticelenen…

 

İnatlaşmanın Gezi depremi ile birlikte bir üst kademeye taşındığı yıldı 2013. Zaten aklî bir davranış biçimi olmayan inadın Gezi protestosuyla savaş diline dönüştüğüne tanık olduk. Bugün ise artık savaş diline tamamen teslim olmuş vaziyetteyiz. Birbirini yoketmeden beraber yaşamayı bilemeyen insan topluluklarına has bir çözülme süreci bu. Kriz yönetimini hiçbir zaman becerememiş toplulukların kaosa doğru sürüklenmesi.

 

Mahşerin beş atlısı Akşam/Sabah/Şafak/Star/Türkiye ile iktidar televizyonlarından fışkıran ses ve görüntülere bakar mısınız? Darbe; cunta; kefen giyen adamlar; istiklâl mücadelesi; millî irade; kirli savaş; yerle yeksan edeceğiz; öl de ölelim, vur de vuralım, inine gir de girelim; yabancı ajanlar; dış mihraklar; düşmanla işbirliği; casuslar;vatan hainleri; topyekûn savaş; biber gazı, plastik mermi, TOMA; savaş kabinesi… AKP’nin temsil etme iddiasında olduğu millî iradenin dışında kalan gayrımillîlerin cadıavıyla tasfiyesi. İntikam duygusu öyle bir yere dayandı ki Ergenekon, Balyoz bilumum darbe teşebbüsünü açığa çıkaranların Hizmet’e yakın oldukları varsayımından hareketle iktidar, darbeci subaylara yani Eski Türkiye’ye iade-i itibar hazırlığında. Bu kuva-i milliye ruhu Başbakan’ın total iktidar yürüyüşünün “askerî” ayağı…

 

Savaş dili ve mantığına koşut olarak barut fitili hızında ilerleyen bir kurumsuzlaşmaya tanıklık ediyoruz. İktidarın on bir yıldır azimli bir kararlılıkla bütün iktisadî, idarî ve siyasî denge denetleme mekanizmalarının içini nasıl boşalttığına geçen salı değinmiştim. Bu topyekûn deregülasyon artık temel kurumlara sirayet etmiş durumda. Bugün iktidar ve yakın çevresinin diline doladığı “bürokratik vesayet” özünde denetim demek. Ve iktidar vesayete savaş adı altında kat’iyen denetim istemiyor. Başbakan’ın total iktidar yürüyüşünün idarî ve hukukî ayağı da bu…

 

Bu gidişat ile 2014’te nereye doğru savruluruz? Başbakan’ın total iktidar yürüyüşünün gerçekleşmesi ve muradına ermesi ihtimal dâhilinde değil. Strateji çoktan yara almıştı, Gezi ve 17 Aralık ile çöktü. Ancak stratejinin taktik ayaklarının yarattığı tahribat bir müddet daha kalıcı.

 

Askerî dil ve mantık zaten varolan kutuplaşmaların şiddetlenmesini beraberinde getirecektir. Bıçak sırtındaki toplumsal barışa bundan daha büyük darbe olamaz. İdarî ve hukukî mühendislik ise kurumların içlerini boşaltmakla kalmıyor, kurumların varlığını tehdit eder hâle geldi. Bunun açık işaretleri “Erdoğan usulü” başkanlık sistemi teklifinde mevcuttu. Deregülasyon ve kurumsuzlaşma gelecek hükümetlerin düzeltmekte fevkalâde zorlanacağı konular olacak.

 

Gelişmeler ve sonuçları sadece hükümetin değil Türkiye’nin de zayıflaması anlamına geliyor. Soru ve sorun şu: Böylesi bir demokratik zafiyetten siyasî, iktisadî, toplumsal reform nasıl çıkar? Anayasa ve Kürtlerle barış nasıl kurulur? AB üyeliği, Kıbrıs ve diğer bütün komşularla limonî ilişkiler nasıl düzelir? Küme düşen Türkiye bir müddet daha zaman kaybetmeye mahkûm sanki…

 

Seçilmiş yetkililer bu derece sorumsuz hareket edemezler, etmemeliler.

 

Yeni sene hayırlara vesile olsun yine de.

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor. 

Enhanced by Zemanta

Cengiz Aktar: Yolsuzluk, AB ve AKP

In Uncategorized on December 24, 2013 at 11:32

Yolsuzluk, AB ve AKP

 
Bal tutan her memlekette parmak yalar. Kamusal alanda hizmet veren tüm görevlilerin, ister seçilmiş ister atanmış olsun ellerindeki otoriteyi kendi çıkarları için  veya başka amaçla kötüye kullanmaları âdi vakadır. Mesele bunu asgarîye indirmek ve bir bakıma kamu görevlisini iktidarın cazibesinden korumaktır. Yolu, çeşitli denge ve denetleme mekanizmasının varlığı ve iyi işlemesinden geçer.  
 
Hiçbir iktidar veya makam sahibi denetlemeden hoşlanmaz. Ancak denetleme zaafı kuruma, şirkete, topluma ve ülkeye er veya geç zarar verir. Tıpkı bugün yaşadığımız gibi. 
 
AKP’nin iktidar döneminde “Türkiye pastası” çok büyüdü. İnşaat, enerji ve kitle tüketimi sacayağı üzerinden yükselen AKP’nin kalkınmacı ideolojisi aynı zamanda iktidarının pekişmesine temel oluşturdu. Uluslararası konjonktür ve içerde sağlanan makroekonomik istikrar inşaat-enerji-tüketim ağırlıklı projeye çok yaradı. Ancak saadet zincirinin gerçekleşmesi için bir girdi daha gerekiyordu: Sürat! Süratin de koşulu danışsız ve denetsiz icraat! Yani AKP’nin işbitiriciliği…
 
İktidarın denetim engelini bertaraf etmedeki hukukî ve idarî cevvaliyeti parmak ısırtacak cinsten. Önceki koalisyon hükümeti döneminde kâbul edilen mevzuat malî şeffaflığı ve hukukî teminatı kurumsallaştırıyordu. Amaç, kronik yolsuzluğu engellemek ve yurtdışı sermaye girişine zemin hazırlamaktı. AKP iktidarı bu mevzuatın içini tamamen boşalttı. Düzenleyici ve denetleyici işlevleri olan SPK, BDDK, EPDK, KİK, Rekabet Kurumu gibi on üst kurulun yarı-özerklikleri kaldırıldı. Bu kurumlar arasında Kamu İhale Kurumu’nun uyguladığı kanun onlarca kez değiştirilerek ihale sistemi tamamen gayrişeffaf bir hale geldi. Merkez Bankası’nın tam özerkliği bir türlü gerçekleşmedi. Yeni Ticaret Kanunu’ndaki audit mekanizmaları metinden çıkarıldı. Yüksek yargının yürütmenin tasarruflarına yönelik, Sayıştay’ın denetleme ve şimdi Danıştay’ın tahkim ve danışma işlevleri icra edilemez hâle getirildi. Türkiye’nin karapara aklama ve terörün finansmanıyla mücadele konusunda şubatta çıkardığı yasayı küresel hakem konumundaki OECD’nin Malî Eylem Görev Gücü (FATF) yeterli bulmadı. Terörizmin Finansmanı Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi onaylanmadı. Hepsi AB raporlarında kayıtlı. 
 
Süratli ve dengesiz kalkınmayı hedef bellemiş bir iktidarın AB ve uluslararası mevzuatı ayakbağı olarak görmesi doğal. AB mevzuatı asırlık süzgeçlerden geçmiş bir regülasyon silsilesidir. Damıtılmış bu sistemde icraat, AKP Türkiyesi gibi kalkınmaya aç olan bir memleket açısından fevkalâde yavaş gibi durur. Başbakan’ın Putin’e bu kadar öykünmesinin ve “al bizi Şanghay’a kurtar şu AB’den” yollu sözlerinin ardında denetimsiz işbitiren bir lidere olan takdir var. Keza, süratle işbitirmenin karşısına dikilen AB normlarının getirdiği envai çeşit danışma, paylaşma, yönetişim, düzen, denge ve denetleme mekanizmasına, yani açık topluma duyduğu öfke var.  
 
AKP’nin AB sıkıntısı bu anlamda gelişmiş ülkelere mahsus mevzuatın, gelişmeye çabalayan bir ülkeye uygulanmasındaki zorluğu da söyler. Ancak bu bir klişedir. Gelişmekte olup nizamî iş yapmak vakit ve nakit kaybı demek değildir. Aksine. AKP’nin modeli Rusya ciddî beyin ve sermaye göçüne maruzdur.      
 
Bizde de başıbozukluğun sonucunda, doğa, canlı, kent ve kültür hakları açısından daha hesabı verilmemiş dünya kadar istismar mevcut. Bugün görünen buzdağının suyüzüne çıkmış bölümü.  
 
Süratli ama müsrif, hatalı ve hukuksuz icraatın kamusal bedeli yavaş ama düzenli icraatın kamusal bedelinden çok fazladır. Hele sözkonusu ülkenin ne rant sağlayan yeraltı kaynağı ne de yeterli tasarrufu var ise. Yatırımcı, süratle işbitiren ama süratle de Ortadoğululaşan ve AB’yi “Ayak Bağı” farzeden Türkiye’de durmaz. Hızlı kalkınma adına yaptığın toplumsal ve doğal tahribatla kendi başına kalıverirsin. 
Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.
Enhanced by Zemanta

Cengiz Aktar: Vize meselesi

In Uncategorized on December 17, 2013 at 11:14

Vize meselesi
English: Schengen Agreement signed 1985-06-14,... English: Schengen Agreement signed 1985-06-14, on show in Schengen Treaty Museum in Schengen, Luxembourg (Photo credit: Wikipedia)

Dün hükümet Avrupa Komisyonu ile vize muafiyeti müzakeresinin başlamasını sağlayacak adımı attı ve “Vize Serbestîsi Mutabakat Metni” ile “İade ve Geri Kabul Anlaşması” imzaladı. Geri kabul Türkiye üzerinden Schengen ülkelerine intikal etmiş yasadışı göçmenler ile Türkiyeli yasadışı göçmenlerin Türkiye tarafından geri kabulü demek. İlk bakışta altından kalkılması çok çetin gibi görünse de esas yasadışı göçmeni geri göndermek fiiliyatta çok çetindir. Dolayısıyla endişeye mahal yok. Üstelik anlaşma Türkiye’nin, sade AB değil dünya standartlarının gerisindeki iltica ve göç mevzuatına gereken dikkati sarf etmesini sağlayabilir.

 

 

 

Vize meselesinde bıçak kemiği çoktan deldi. Türkiyelilerin olur olmaz nedenlerden reddedilen vize başvuruları, fahiş vize fiyatları, gülünç vize süreleri, konsolosluklarda memurların tavırları vatandaş için bitmez tükenmez eziyet ve hakaret vesileleri… Gümrük birliği içinde olduğumuz AB ülkeleriyle bağlantıda olan iş dünyasının vize çilesi dolayısıyla yaşadığı haksız rekabet üzerine artık akademik çalışmalar yapılıyor. Öğrenci değişim programı Erasmus’a katılıp üniversitesine gidemeyen öğrenci, ortak olduğu araştırma projesi bağlamında toplantıya katılamayan öğretim üyesi, uçağa atlayıp habere gidemeyen gazeteci… Türkiyelilerin mağduriyeti hakikaten akıl alır gibi değil. İKV ve TOBB’un bir Brükselli stk ile birlikte kasım 2009 ilâ ocak 2010 arasında işleme koyduğu Visa Hotline şikâyet masası iki ayda 1000 başvuruya ulaşmıştı.

 

 

 

Hükümetler, akademi ve sivil toplum bu haksızlığı daima hukuk yoluyla ve temel akitlere dayanarak çözmeye çalıştılar. Yıllar boyunca AB ülkeleri mahkemeleri, AİHM ve Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) nezdinde açılmış davaların haddi hesabı yok. İçtihatsa içtihat, emsalse emsal artık AB tarafının dayanabileceği hiçbir hukukî gerekçe kalmadı. En son, Ankara Anlaşması’nın Katma Protokolü gereği Türkiyelilere aktif hizmet sunumunda vize serbestîsini teyit eden ABAD’ın 23 şubat 2009 Soysal Kararı bile meseleyi çözmeye yetmedi. Almanya ve Danimarka dışında kalan dokuz AB ülkesi kararın vecibelerini yerine getirmekten bugüne kadar kaçındılar. Bu tavra mesnet oluşturan “Türkiye’den akın akın gelecek işsizler” ise artık göç verdiği kadar göç alan Türkiye’ye verilebilecek tek cevap olmaktan çoktan çıktı. Bu esnada AB Arnavutluk, Bosna Hersek, Karadağ, Makedonya ve Sırbistan’a vize muafiyeti uygulamaya başladı. AB ile ilişkileri Türkiye’ye oranla çok yeni olan ve gümrük birliği gibi somut bir ilişki içinde olmayan bu ülkelere uygulanan muafiyet karşısında Türkiye’ye uygulanan şartlar iyice sırıtmaya başladı.

 

 

 

Dün nihayet imzalanan anlaşmalar adaletsizliğin telafisi için atılmış önemli bir adım. Bunu küçümsemenin anlamı yok. Üstelik halkın AB’ye bakışını olumlu yönde etkileyecek bir aşama bu. Ancak büyütmek ve manasız beklentiler yaratmak da yersiz. Hükümetin müzakereye biçtiği üç buçuk yıllık süre mâkul olsa da sonuç illâki bütün vatandaşlara vize muafiyeti demek olmayabilir. Tahminen işdünyası, akademi, haberciler, AB’de akrabası olan vatandaş ilk planda kolaylık görecek akabinde muafiyete tabi olacak. Diğerlerine ise süre ve fiyat açısından vize kolaylığı gelecek. Hâlen vatandaşın elindeki 10.5 milyon civarı pasaportun 8.7 milyonu vizeye tabi, diğerleri muaf. Vizeden şimdiden muaf olanlar arasında 1.4 milyon “hususî” yani yeşil pasaport epeyidir AB tarafının dikkat çektiği bir uygulama. Müzakerede çetin bir pazarlık konu olması beklenmeli.

 

 

 

Sonuçta, yıllar boyu süren hukuk savaşları ve bugün gelinen noktanın gösterdiği odur ki AB’nin Türkiye ile ilgili “vize sancısı” iktisadî olmadan önce siyasî ve dinî. Dolayısıyla kalıplaşmış takıntıları ve özcü ezberleri bozacak her adım hayırlıdır.

 

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor.

Enhanced by Zemanta

Cengiz Aktar: Kafkas cephesinde hareketlilik

In Uncategorized on December 10, 2013 at 10:35

Kafkas cephesinde hareketlilik 

 

Members and Partners of the Organization for S... Members and Partners of the Organization for Security and Co-operation in Europe signed Helsinki Accords and Paris Charter. signed Helsinki Accords only. non-signatory. partner for cooperation. (Photo credit: Wikipedia)

Dışişleri Bakanı perşembe günü Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı’nın bir toplantısına Türkiye’yi temsilen katılmak üzere Erivan’a gidiyor. Normal şartta adî bir vaka sayılacak bu seyahat pekçok nedenden ötürü ayrı bir mana ifade ediyor. İki ülke arasında diplomatik ilişkilerin olmayışı, Türkiye’nin “olmayan” Ermenistan politikasını Azerbaycan’a ihale etmiş olması, Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılında hükümetin ne yapacağını bilmiyor olması, bölgesel ve küresel iddialar peşinde koşmaktan komşularla genelde kötü olan ilişkileri küçümsemiş veya savsaklamış olması başlıca nedenler.

 

Bakan 5 aralıkta Kiev’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı’nın (AGİT) bakanlar toplantısı münasebetiyle bu haftaki ziyaretine hazırlık yaptı. Azerbaycan, Ermenistan, 2014’te AGİT başkanı İsviçre ve Rusya dışişleri bakanlarıyla görüştü.

 

Azerî ve Ermeni devlet başkanları ise ocak 2012’den sonra ilk defa geçen kasımda bir araya geldiler. Bunu 5 aralıkta Kiev’de Azerî ve Ermeni bakanların ABD, Fransa, Rusya’dan oluşan Karabağ müzakerecisi Minsk Grubu ile toplantısı izledi. İki hasım ülke yetkilileri başkan veya bakan seviyesinde 2014 başında yeniden bir araya gelecekler. Her ne kadar Kafkasya’da siyasî toplantı yapmak illâ bir gelişme ifade etmese de yakın zamandaki trafik Rusya’nın bölgeye ilişkin statükocu tavrında bir değişiklik oluyor mu sorusunu sordurtuyor. Bununla bağlantılı ikinci soru, bölgede Rusya sponsorluğunda bir yeni statükoya doğru mu ilerlendiği. Azerbaycan ve Ermenistan’ı AB’nin çekim alanından şimdilik çekip alan Rusya’nın Karabağ’da kefil olacağı bir yeni durumdan söz ediliyor. Bu, Ermeni ordusunun Karabağ dışında kontrol ettiği yedi Azerî bölgesinden (reyon) tamamen boş tutulan üçünün Rus barış kuvvetleri denetimine verilerek Karabağ düğümünde görece bir ilerleme kaydedilmesi. Azerbaycan’ın kazanmış görüneceği ama Ermenistan’ın kaybetmeyeceği bir adım!

 

Karabağ’da kalıcı çözüm açısından bir yere götürmeyecek bu adım daha ziyade Ankara açısından önemli. Nitekim konuşulan, Türkiye’nin Karabağ’a yönelik bu adım sayesinde Kars-Gümrü-Tiflis demiryolunun Kars-Gümrü sektörünü açabileceği. Kapalı sınırı değil sadece demiryolunu açarak Azerileri kızdırmadan Ermenilere 2015 için bir jest yapmak ve zevahiri kurtarmak.

 

Zira 2015’e doğru resmî Türkiye’nin uluslararası inkâr faaliyetlerinde güvendiği dağlara epeyidir kar yağıyor. ABD’deki Yahudi lobisine sırtını vererek yaptığı çalışmalar İsrail’le süren soğukluk dolayısıyla artık pek anlamlı değil. Daha önemlisi, bugün artık Yahudi Soykırımının biricikliğine istinaden Ermenilerin başına geleni azımsayan Bernard Lewis veGünter Levy gibi Yahudi akademisyenlerden Türkiye’nin inkârcı tezine hayır yok. Yeni kuşak Yahudi akademisyenler soykırıma soykırım demekle kalmıyor, 2015 için ses getirecek işlere de imza atıyor.

 

Üzerinde küresel mutabakat olan soykırımın reddiyesinde Türkiye Azerbaycan’la stratejik ortaklıklar geliştirerek, diğer yanda dev ve lüzumsuz projelerini Batılı şirketlere peşkeş çekerek 2015’i idare eder ama vicdanen kaybetmeye devam eder.

 

Makro bir açıdan bakarsak, hükümetin bugüne kadar kırıp döktüğü, savsakladığı ve küçümsediği komşu ilişkilerine nasıl iştiyakla sarıldığını görmek hoş doğrusu. Bakan Davutoğlu Erivan’dan müstakbel AB dönem başkanı Atina’ya oradan da kapsamlı çözüm arayışlarının giderek yüksek sesle konuşulduğu Lefkoşa’ya geçiyor. Zararın neresinden dönülürse kârdır da bakalım büyük usta ne diyecek.

 

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor. 

Enhanced by Zemanta

Cengiz Aktar: Devlet dini… AB ilişkileri…

In Uncategorized on December 6, 2013 at 15:01

Devlet dini

Kavgada belirleyici olan 2004’teki MGK kararının uygulanıp uygulanmaması değil, AKP’nin askeriyeyle iyi geçinerek devletleşmeye olan hevesi. Kendi temsil ettiği “devlet dininin” dışında kalan sivil cemaatlerin meşruiyeti kendisi (ve devlet) için sorunlu. Kemalist bir kurum olan Diyanet’e nasıl itibar ettiğine bakmak kâfi. Ama devlet ve askeriyeyle şeytanî ittifaklar yapılamayacağının ispatı yine tam o aralar hazırlanan hükümet karşıtı darbe planları ve partiyi kapatma teşebbüsü. Askersizleşme, tekrarlayalım, yarım yamalak olmaz. Demokratlarla birlikte bu gerçeği en çok Hizmet dile getirmedi mi?

 

Zamanı geri sarmaya çalışanlar

Rusya’nın yeni demir perdesi, tekrardan tesis etmek istediği sulta Ukrayna’da koca bir trajikomediye dönüştü. Kiev’de Avromaydan’da toplanan halk artık BaşkanYanukoviç’in, Rusya’nın şantajı sonunda imzalamaktan vazgeçtiği AB anlaşmalarının da ötesinde, gitmesini istiyor. Olan biten AB’nin zaafını değil Ukrayna halkı için ne denli değerli olduğunu gösteriyor. Hani Ankara’nın çoktan cenaze namazını kıldığı şu AB’nin…

AB ilişkileri

Hükümet Avrasya, Ortadoğu, Afrika’yı dolaşıp unuttuğu AB’ye geri geliyor. Vize kolaylığı konusunda hafta içi varılan mutabakatın özü, vize müzakerelerinin başlaması için bugüne kadar geri kâbul anlaşmasında ayak direyen Ankara’nın inadından vazgeçmiş olmasıdır.

İklim kâbusu

Ömer Madra üşenmemiş Açık Radyo’nun kasım ayı bültenini günlük felâketler kroniği olarak derlemiş. “Dante’nin İlahi Komedya’sına Nazire – Tek Bir Ayın İklim, Felâketler ve Mücadeleler Tarihçesi” adını verdiği tüyler ürpertici güncel arkeolojik çalışmayı okumanızı ve hâlâ etrafınızda meselenin vahametinden şüphe duyan varsa onlarla paylaşmanızı hararetle tavsiye ederim. www.acikradyo.com.tr
Şeffaflık sıralaması

İlk yılsonu raporu Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nden geldi. İncelenen 175 ülkenin %69’u kritik seviye olan 50’nin altında. Bu, ciddî yolsuzluk şaibesi var anlamını taşıyor. Türkiye geçen yıl 49, bu yıl da tam 50’de. Yani arafta. Türkiye’de görüşülenlerin 55%’i son iki yılda yolsuzluğun arttığını düşünüyor; %21’i anketteki sekiz sektörün en az birinde rüşvet verdiğini ifade ediyor. Yolsuzluğa en fazla karışan kurumlar sıralamasında siyasî partileri medya ve meclis izliyor. www.transparency.org/gcb2013/report
Cenevre Anlaşması – Tahran Protokolü

Dışişleri Bakanı, BM’nin beş daimî üyesi ve Almanya’nın İran ile Cenevre’de vardığı nükleer mutabakatın yolunu 2010’da Brezilya ile Türkiye’nin kotardığı ölü doğmuş Tahran Protokolü açtı diyor. AKP muhibbi gazeteler de bu iddiayı olduğu gibi kâbul ediyor. Protokolde ne uranyum zenginleştirme işinin gerçek bir denetimi vardı, ne de Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile işbirliği. Kaldı ki mezkûr protokolden önce 2009’da benzer bir pazarlık ABD ile İran arasında dolaylı cereyan etmiş ve sonuç vermemişti. Biraz tevazu ve ciddiyet…

Çanakkale Savaşları

Mâlum, devlet şevkle 2015’te Çanakkale Muharebesi’nin 100. yılını hazırlıyor. En son, şehrin iskele meydanında “Çanakkale Valiliği 2015 Koordinasyon Merkezi” kuruldu. Sıra Çanakkale Savaşları Müzesi’nde. Çanakkale memleketin ihtimalen kişi başına en çok müze düşen şehri. Çanakkale Şehitlik Abidesi Savaş Eserleri Müzesi, Çanakkale Boğaz Komutanlığı Deniz Müzesi, bi dolu sanal müze ve yurdu dolaşan Gezici Çanakkale Müzesi. Tema hep ama hep savaş.  Lâkin belli ki yetmemiş.

Joseph Pulitzer

Efsanevî Macar asıllı Amerikalı gazeteci: “Okunmak için kısa yaz, anlaşılmak için berrak yaz, akılda kalmak için renkli yaz.

 

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor. 

Cengiz Aktar: Peki, o sandık demokratik mi?

In Uncategorized on December 3, 2013 at 10:51

Peki, o sandık demokratik mi?

 

 
thumb|The PNG source of this image Results of ... thumb|The PNG source of this image Results of the 2009 local election in Turkey. AKP yellow, CHP red, MHP dark red, Other parties in purple, DTP in green, SP in black, DSP in light blue, BBP in dark blue, Independent candidates in gray. This image is based upon, and is a vector replacement for Image:Yerel seçim 2009.png by QuartierLatin1968. (Photo credit: Wikipedia)

Sandığa dört ay kaldı. İktidarın sandığın sonuçlarından ibaret demokrasi anlayışı mâlum. Bir kere kazandın mı bir sonraki seçime kadar sınırsız bir icraat hakkın doğuyor. Meşruiyetini de seni seçen çoğunluktan aldığından bir sonraki seçime kadar verilecek hesabın da yok. Bugün, varolan bütün denge ve denetleme sistemlerinin AKP iktidarı boyunca kadükleşmesinin nedeni bu “hesabı sandıkta veririz” mantığıdır.

 

Şimdi, bu kavruk ve çağdışı demokrasi anlayışına temsiliyet babında bir kredi açalım. Farz edelim ki gelecek seçimlerde iktidara oy verecek olan kitlenin tercihi özgür iradesiyle tecelli ediyor. Ancak bu varsayımın doğru olabilmesi için asgarî koşulların yerine gelmesi gerekiyor.   Dolayısıyla soru şu: sandığa giden yol ne kadar demokratik? Asgarî koşullar arasında en başta siyasî partilerin şeffaf işleyişi, seçim sistemi ve temsil adaleti var. Kamuoyunun tartıştığı, nisbeten iyi bilinen bu koşullar fevkalade sorunlu.

 

Mevcut partilerin gayridemokratik yapıları, aday belirleme süreçlerini parti patronlarının paşa keyfine terk etmiş durumda. Bunun sonucu olarak ister merkezî ister mahallî seçimler olsun, adayların temsiliyeti son derece yetersiz. Misalen önümüzdeki ilk seçimde sandık yerel seçim için bile değil…

 

Böylesine gayridemokratik bir aday belirleme sonucunda seçmenin önüne çıkan aday, liste usulü nisbî temsil seçim sistemi sayesinde seçmenin iradesinden azade. Demokrasi fukarası tabloyu temsil adaletsizliği tamamlıyor. Baraj üzerine söylenecek söz dahi kalmadı.

 

Sandığın kararını derinden etkileyen bu sorunlu seçim sistematiğine AKP iktidarı boyunca iki önemli husus daha eklemlendi. Tarafsız haber alma ve bilgilenme zaafı ile Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararları.

 

AKP iktidarından önce de haber ve bilgi akışında her zaman zafiyet mevcuttu ancak basının bağımlılığı artık had safhada. Böylesine sakat bir enformasyon ortamında özgür seçmen iradesinden bahsedilemez.   

 

Kasım sonunda Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Stockholm’de şeffaflık ve basın özgürlüğüyle barış ve istikrar arasındaki ilişkiyi masaya yatırdı. AGİT Medya Özgürlüğü Temsilcisi Dunja Mijatoviç ile Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EJF) eski Başkanı Arne König Türkiye’den bahsettiler. Mijatoviç hapisteki 64 gazetecinin durumunu hükümetle görüştüklerinde bir kez daha bu gazetecilerin terör suçu işledikleri cevabını aldıklarını hatırlatmış. Şu tesbiti değerli: “Toplumda çoğunluk eğer ifade özgürlüğünü bilmiyorsa terörle mücadele kanunlarının gazetecilere karşı kullanılması normal olarak görülüyor. Gazetecileri terörist olarak damgalayanlar bizleri kandıramazlar.Medya seçimler ve demokrasi için de çok önemli işlevler görmektedir.

 

New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi CPJ’nin 2013 raporu yayımlanmak üzere.  Geçen yıl Türkiye 49 gazeteciyle listede İran’ın ardından ikinci gelmişti. CPJ Yönetim Kurulu Başkanı Sandra Mims Rowe bu yılda Türkiye’nin başa güreşeceğinden emin.   
 

Ve YSK meselesi. Sabah’ın haberine göre YSK başkanı Sadi Güven “Aday olacak bakanların durumunu da tartıştık. Oy birliğiyle bakanlıktan istifa etmelerine gerek olmadığı yönünde ilke kararına varıldı” demiş. Şimdi aday-bakanlarımızdan ellerindeki iktidarı ve imkânları seçimde kat’iyen kullanmayacaklarını bekleyeceğiz. Öyle mi?

Aynı YSK geçenlerde kendilerine Adalet Bakanlığı tarafından iletilen, seçmen sayısı ile ilgili bir CHP milletvekilinin soru önergesini geri çevirdi. Gerekçe şu: “seçmen sayısı, seçimlerde basılan oy pusulası ile kullanılan oy pusulası sayısı” gibi bilgileri “kurulun yargısal niteliği nedeniyle milletvekillerinin yazılı soru önergelerine yanıt verilemeyeceği”!

 

 

Sandığa giden yol ne kadar demokratik diye sormuştuk. 

 

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor…

Enhanced by Zemanta

Cengiz Aktar: Yeni Demir Perde..Venedik Komisyonu …

In Uncategorized on November 29, 2013 at 11:16

Yeni Demir Perde

Şu sırada AB dönem başkanı Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta çok tatsız bir toplantı gerçekleşiyor. Hesapta AB’nin Doğu Ortaklığı politikası çerçevesinde dört eski Sovyet ülkesi Ermenistan, Gürcistan, Moldovya ve Ukrayna’nın AB ile önümüzdeki dönemde ilişkilerini belirleyecek olan anlaşmalar imzalanacaktı. Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşmaları ilişkilerin temelini oluşturuyordu. 2008 Gürcistan işgalinden bu yana 19. yüzyıllı kaba kuvvet siyasetine rücu etmiş bulunan Rusya aylardır dört ülkeye AB ile anlaşma imzalamamaları için şantaj yapıyor. AB’ye karşılık teklif ettiği ise Avrupa’nın son komünist ülkesi Belarus, Kazakistan ve kendisinden oluşan ve silah ile fosil yakıttan ibaret güdük bir serbest ticaret alanı ile ortak hava savunma sahası!

 

Perşembe akşam itibariyle Ermenistan ve Ukrayna şantaja boyun eğmiş, Gürcistan ve Moldovya ise hâlâ direniyordu. Rusya’nın son olarak, bu iki ülkeye uyguladığı şarap ve maden suyu boykotuna rağmen! Önce Ermenistan’da şimdi ise Ukrayna’da hükümetlerin Rus şantajına boyun eğmesi kitlesel tepkilere yol açtı. Arkası illâki gelecektir. Ne talihsiz tesadüftür ki Ukrayna Avrupa kıtasında detantı gerçekleştiren AGİT’in bu yılki dönem başkanı.

 

Bunları, gelecekleri Putin’in iki dudağı arasında olan dört ülke halkının makûs talihini hatırlatmak babında yazmıyorum sadece. Ankara’nın kiminle yakın dostluk ve stratejik ortaklık peşinde olduğunu da hatırlatmak için yazıyorum.   

 

 

Venedik Komisyonu 
Tüsiad ve İstanbul Politikalar Merkezi çarşamba günü meclisin rafa kaldırdığı ve muhtemelen 2015 sonrasına ertelenen anayasayı masaya yatırdı. Politikacıların beceriksizliğine rağmen memleketin anayasa ihtiyacı su götürmez. Ne kadar konuşulsa o kadar hayırlı.

 

Demir Perde’nin açılması sonrasında Avrupa’nın doğusunda ortaya çıkan fiilî duruma acil çareler bulmak gerektiğinde bütün Avrupalı kurumlar kolları sıvamıştı. Avrupa Konseyi (AK) ile Avrupa Birliği’nin başını çektiği çalışmaların amaçlarından biri bu ülkelere Batı normlarında demokrasiye ulaşmaları için teknik destek vermekti. AK bünyesindeki Venedik Komisyonu işte bu çerçevede, Türkiye’nin de dâhil olduğu 18 üye devlet tarafından mayıs 1990’da kuruldu. Tam adıyla “Hukuk yoluyla demokrasi için Avrupa komisyonu”.

 

Türkiye o vakitler kendini komünist doğu Avrupalılardan çook üstün gördüğü için ne Komisyona ne de Avrupa Konseyi’nin diğer teknik destek mekanizmalarına tenezzül etmişti.Bugün bütün doğu Avrupa ülkeleri bizimkinden kat be kat demokratik anayasalara sahipler. Bizim halimiz ise ortada…

 

 
Vicdana çağrı

Hapiste 162’si ağır olmak üzere 544 hasta mahkûm var. Adli Tıp Kurumu’nun “cezaevinde kalamaz” raporlarına rağmen envai çeşit bürokratik ve yasal engel dolayısıyla salıverilemiyorlar.

 

 

Squatting

Temmuzda yazdım: “Kavram buralara yabancı. Zengin memleketlerde gözden düşmüş mahallelerde evsizlerin boş konutlara başlarını sokmalarını tarif eder. Âdetin yaygınlaşması yakındır. Radikal’de Ahmet Turan Köksal’ın verdiği bilgilere göre İstanbul’da 2.5 milyona yakın konut var, yaklaşık 350.000’i boş! Yetmemiş ki 300.000 yeni konut daha yapılıyor. 2023’e kadar tahminler 5.2 milyon konut. Eh artık evsizler -ki sayıları bu gidişle çoğalacaktır, evlerden ev beğenecek…” derken bizim Işıl Cinmen Habertürk’te ilk pasifik işgali bulup yazmışhttp://m.haberturk.com/yasam/haber/896453-don-kisot-kadikoyu-isgal-etti

 

 
Aklınızda olsun
Bugün Dünya Hiçbir Şey Satın Almama Günü!

 

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor… 

Cengiz Aktar: Dostumuz Rusya?

In Uncategorized on November 20, 2013 at 16:37

 Dostumuz Rusya?

 

Ama önce Kürdistan’dan başlayalım. Geçen perşembe İMC televizyonunda Diyarbekir buluşmasının, ne olursa olsun barış inşasını tekrardan konuşturtacak olması bile kâfi demiştim. Pazar Başbakan Bismil’de “tek millet, tek bayrak, tek devlet” diyerek denge arasa da bir eşik daha aşıldı. Erdoğan, Barzani, Şivan Perwer, BDP, AKP gibi beş benzemezin biraraya gelmesi, “Kürdistan” sözcüğünün bir T.C. Başbakanınca telaffuzu, Erdoğan’ın belediye ziyareti ve affın daha başlangıç olduğunu söylemesi azımsanacak şeyler değil. Kürt siyasetiyle müzakere ve barış inşasından başka yol yok.

 

Gelelim konuya. Türkiye – Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi toplantısı perşembe ve cuma Başbakan’ın Moskova ziyareti münasebetiyle yapılacak. Rusya uzmanı değilim amahükümetin Rus muhipliği epeyidir hayretle izliyorum. 

 

Rusya ile elle tutulur ilişki ticaret. Sanayi ve yatırım daha yavaş. Ticarette ezici pay doğalgazın; toplam gaz ithalatının %60’ı. Turizmin payı da kayda değer. TÜİK’e göre ocak-eylül 2013 arasında 18,4 milyar dolar ile Rusya ithalatımızda birinci, ihracatımızda 5 milyar ile dördüncü. Ticaret hacmi yılda 33-35 milyar dolar seviyesinde. Ticaret dışında ağırlık inşaatta. Türkiyeli firmalar 1988’den bu yana Rusya’da 20 milyar dolarlık 1423 proje gerçekleştirmiş. Rusya’dan Türkiye’ye doğrudan yatırım hacmi ise 2002’den bu yana 2.7 milyar dolar. Şimdi fosil enerji devi Lukoil’in benzin istasyonları ve esas Akkuyu’daki kâbus nükleer santralle faaliyet artacaktır.

 

Bakalım ikili siyasî ilişkilere. Burada işler aksi yönde ilerliyor. Tarihten akıp gelen husumetin farklı biçimlerde ama özünde aynen sürdüğünü görüyoruz. Balkanlar, Kıbrıs, Ortadoğu, İran, Kafkaslar ve Orta Asya’da Rusya ile hiçbir konuda ortaklıktan söz etmek mümkün değil. Kısaca göz atalım.

 

Balkanlarda gizli gizsiz rekabet Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana sürüyor. Bu coğrafyadaki Ortodoks dayanışmasını ve İslavcılığı ciddiye almak gerekiyor.

 

Kıbrıs’ta Rusya çözümden yana değil. Nisan 2004’te yapılan Annan Planı referandumunun olumsuz sonucunun nedenlerini kayda geçiren BM raporunun Güvenlik Konseyi’ne gelmesi hâlâ Rusya tarafından engellendiğini hatırlamak kâfi. 

 

Ortadoğu ve Arap dünyasında Rusya ile Türkiye arasında, önce Libya şimdi Suriye’nin geleceği konusunda derin bir uzlaşmazlık mevcut. Rusya Ortadoğu’da da Türkiye’nin açık rakibi, ortağı değil.

 

Sadece Batı ve İsrail’in değil Türkiye’nin de başını ağrıtan İran’ın atom bombası yapmasında teknik destek Rusya’dan geliyor. Bu stratejik ortaklığı hafife almak mümkün değil.

 

Kafkaslarda Gürcistan savaşından bu yana Rusya hükümranlığını tamamen yeniden tesis etmiş durumda. “Tavşana kaç tazıya tut”, “böl ve yönet” taktiklerini kıyasıya uyguluyor. Azerbaycan ile Ermenistan ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki anlaşmazlıklarda belirleyici güç. Çözüm yanlısı değil. Şu açık ki Rusya’nın arkabahçesi Kafkasya’da Türkiye’ye yer yok. Kafkasya’nın Rusya tarafındaki Müslüman topluluklar konusunda iki ülke arasında asırlardır süren husumet ise berdevam.

Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Teşkilâtı ile başlayan ilişkinin akıbeti meçhul. Siyasî İslâm’a neredeyse savaş ilân etmiş altı ülkeden oluşan Teşkilât en son Suriye konusunda hükümetin tamamen zıddı bir tavır aldı. 

 

Bunlara rağmen süren muhabbeti izah edebilmek için geriye tek bir nokta kalıyor: Her iki ülkenin içerisi ve dış ilişkilerinde otoriterlik zemininde şekillenen güç politikaları ve bu bağlamda Putin’in Erdoğan’dan önde olması. 
 

Son bir basit soru: Her Türkiyeliden sorumlu Başbakan doğa hakkı tanımaz Rusya hükümetini protesto etmekten iki aydır tutuklu olan 30 Greenpeace aktivistinden biri olan vatandaşı Gizem Akhan ve arkadaşlarının salıverilmelerini talep edebilecek mi?

 

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor…

Enhanced by Zemanta

Cengiz Aktar: Gençlik mühendisliği… AB’yi sandviçe almak.. “AB yalvaracak” edebiyatı

In Uncategorized on November 15, 2013 at 13:51

Gençlik mühendisliği

Tayyip Erdoğan gençlikten ne istediğini şubat 2012’de bir tören münasebetiyle açıklamıştı: Dünyanın hangi ülkesine bakarsanız bakın her iktidarın belli hedefleri vardır. O ülkedeki gençlik, insanlar üzerinde hedefleri vardır. Anayasamızın 24. maddesini bunu yazan çizenler açar bir okurlarsa devlete nasıl görev verdiğiniz gayet iyi görürler. Bu gençliğin tinerci olmasını mı istiyorsunuz? Büyüklerine isyankâr bir nesil mi olmasını istiyorsunuz? Millî manevî değerlerinden kopuk, hiçbir istikameti olmayan, meselesi olmayan bir nesil mi olmasını istiyorsunuz? Biz sizlerle burada anlaşamayız. Beyler önce başınızı öne eğin de hem çağdaş hem dindar bir nesil nasıl yetiştirilirmiş onu bir düşünün. Dindar bir nesil özgürlüklere saygılıdır, farklı düşüncelere de saygılıdır”.

Adını ettiği saygının sınırlarındayız bugün. İkide birde, herkesin özgürlüğü benim teminatım altındadır der ya. Demokratik bir toplumda esas olanın, o kişi ne kadar demokrat olursa olsun, kişisel teminat değil hukukî teminat olduğunun bir kere daha altını çizelim. Teminat, tıpkı hoşgörü gibi arkaik bir davranış biçimi; bazen olur bazen olmaz. Tıpkı bugün olmadığı gibi!

Bu mühendislik hevesine rağmen çalışmaların başarıya ulaşması imkânsız. Buralar özgürlüğün tadına vardı bir kere. O çorbada AKP’nin de bolca tuzu var. Demokratikleşmenin geriye dönüşü yok. Vakit kaybetmesek iyi olacak.

Justice and Development Party Logo Justice and Development Party Logo (Photo credit: Wikipedia)

 

AB’yi sandviçe almak

AKP, Avrupa’nın Avrupakuşkucu şemsiye partisi Avrupa Muhafazakâr ve Reformcu Partiler Birliği’ne üye oldu. Başbakan şimdi bizle kuruldu dese de yapı 2009’dan beri mevcut. Birliğin Avrupa Parlamentosu’ndaki temsilcisi de Avrupa Muhafazakârları ve Reformcuları. Ağustos’ta kurulacağı açıklanan AKP’nin Brüksel bürosu ihtimalen bu işlerle uğraşacak. Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi eski başkanı AKP milletvekili Mevlût Çavuşoğlu bu büronun başına gelecek herhalde.

Avrupa sağının şemsiye partisi Avrupa Halkları Partisi’nin yıllardır AKP’yi oyaladığı bir vakıa. Avrupalı Hıristiyan Demokratlar AKP’ye gözlemci statüsünden öte bir statü veremedi.   Ancak bunun cevabı AB’ye gayet soğuk duran İngiliz Muhafazakarlarının başını çektiği marjinal oluşum olmamalıydı. Avrupa sağının 2004’lerdeki başat tartışmalarından birisi Türkiye’nin müstakbel üyeliği sonucunda AB’nin batıda İngiltere, doğuda Türkiye olmak üzere siyasî Avrupa’ya soğuk iki büyük ülke tarafından sandviçe alınmasıydı. Umarım AKP  tartışmanın farkındadır.

 

“AB yalvaracak” edebiyatı

Bu defa Avrupa’nın ayağımıza kapanacağı müjdesini Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar verdi. “Ekonomide ve imalat sektöründe Türkiye Avrupa’yı geçti. Avrupa Birliği ya bize yalvaracak ya da mecbur kalacak” demiş.

AB ile karşılaştırıldığında vasıflı eleman ve araştırma-geliştirme konusunda gayet yetersiz olan Türkiye’den böyle sözetmek abes. Esas bağımlı olan burası. Her ne kadar aynı ülkede her maldan üretmek diye bir keyfiyet olmasa da Türkiye’den yapılan her 100 dolarlık ihracatın 62 doları ithal malı. Katma değeri düşük ihraç malına ilâveten eskilerin montaj sanayisi birkaç istisna dışında, sürüyor. Yalnız artık adı montaj değil, çözüm ortaklığı!    

 

BM İklim Zirvesinden müthiş haber

Bayraktar’ı esas ilgilendirmesi gereken Varşova’da süren toplantıda çarşamba Türkiye’nin “günün fosili” olması. Yüzlerce stkdan oluşan İklim Eylem Ağı tarafından takdim edilen ödül müzakereleri tıkayan veya müzakerelerin gerektirdiği şekilde davranmayan ülkelere veriliyor. Türkiye ödülü Durban ve Doha’dan sonra üçüncü defa alıyor. Darısı seneye Lima Zirvesine!

 

Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor. 

Enhanced by Zemanta